Kütahya İmam-Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneğinin bilgilendirme ve iletişim amaçlı facebook sayfasıdır!
“KİHMED ; yol ve gaye”
Niçin Dernek?
Modern hayatın insanlık için en mahzurlu tarafı onun sadece çare olmayı iddia ettiği konularda başarısız olması değil, kendi başarısızlıklarını telafi etmeye yarayacak vasıtaları da ortadan kaldırmasıdır.
Modernizme göre insan, kendine haz veren şeyleri elde etmek ve elem verenlerden kaçınmak için çalışır ve en mutlu insan istediklerinin en çoğuna sahip olan insandır. Fakat modern hayat, onun isteklerinin ancak pek azını ve sadece bazı insanlar için karşılayabilmektedir. Üstelik bu hayatın ortaya koyduğu ihtiyaçların çoğunluğunun sahte istekler olduğu da meydandadır.
İnsan için bu hayatı bir kördöğüşü halinden çıkaran, kendisini de dış dünyayı da anlamdıran bir anlayışa ihtiyaç görülüyor. Bu anlayış hem günlük hayatın ötesindeki değerleri hedef almalı, hem de tatmin edici olmalıdır. Tatmin edici olmanın en önemli şartı da realitenin üstüne çıkarken ondan yine kopmamaktır.
Günlük hayattaki menfaat çatışmalarının ötesinde bir değer tanımayanların felsefesi insanı bir dolap beygiri derekesine indirmiştir; maddi hayatı büsbütün inkar edenlerin ise, insanı bir miskinlik felsefesi içine hapsetme tehlikesi vardır. İslam ise tam bir denge felsefesi getirmiştir.
İslam esas itibarıyla bir değerler sistemidir. İslam dünyasının yarattığı medeniyetin gerilemiş, söner gibi olmuş olması, ondaki potansiyelin sona erdiğini iddia etmek hem sosyolojik gerçekleri hem de mükemmeliyeti müjdelenmiş dinimizi hiçe saymak olur. Her değer sistemi tarihi şartlara belli bir intibak gösterir.
Bu değer sisteminin başka bir zaman ve mekanda uygulanması elbette farklı olacaktır. Ve bu fark, sistemin ilkelerinde değil maddi görünüşünde olacaktır. Böyle bir uyanış için illaki Abbasi hilafetinin idare sistemi veya Çin’den İspanya’ya kadar futuhat yapan ordular gerekmez. Bunların şimdi olmayışı da İslam’a dayanan bir medeniyetin artık söz konusu olamayacağı manasına gelmez. Her çağ kendi imkanlarıyla İslam’a yeni yorumlar getirecektir ve çağımızın imkanları İslam prensiplerine daha geniş bir uygulama sahası verecek durumdadır.
O halde İslam’ın ana kaynağı Kuran ve onun “üsvei hasenesi” Rasulu Ekrem’in sünneti hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde elimizde iken tüm yeryüzünde fitnenin ortadan kaldırılması ve bütün bir hayat sistemi olan dinin tamamen Allah’a ait olması görevi, Müslümanlık iddiasındaki bizlerin omuzundadır. Fakat toplum olarak çektiğimiz sıkıntıların merhemlerine ulaşmak için hiçbir gayretin içinde değiliz. Her gün bizi biraz daha yalnızlaştıran modernizmin silahlarına karşı tekrar sosyal dokularımızı ele almalı, onları canlandırmalı, omuz omuza vermeliyiz.
Her medeniyetin klasikleri vardır ve bu klasikler mutlaka o medeniyetin mirascısı olan halklar tarafından okunur, bilinir ve tartışılır. Fakat bizdeki okumuş takımı büyük çoğunlukla mesleki çalışmalarından vakit bulamadığı mazeretine sığınır. Eskiden bir vilayete İstanbul’dan bir vali geldiği zaman ilk 10-15 gün içerisinde oranın halkından, yerlilerinden kendi etrafında gayet kuvvetli bir kültür çevresi topluyor ve bunlarla birlikte orası için gerçekten bir meşale hizmeti görebiliyordu. Şimdi Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yüzlerce şu veya bu sahada gayet iyi yetişmiş insanlarımız var ama bir kültür çevresi meydana getirebilecek kimselerimiz yok denecek kadar az.
Bu çevreleri oluşturmak, toplumun meselelerini fark etmek, anlamak ve çözmek için büyük önem taşıyor. Kelimeler bile manalarını yaşanan kültürün çerçevesinde koruyabilirken, yaşanabilirlik ortadan kalktığında kelimeler kafalardaki mana yükünü kaybetmeye başlarken; bu çevreler olmadan ihya ve tecdid gayretleri nasıl sonuca ulaşabilir?
İdeoloji yerine fikir sahibi olmak için, kendi kafasıyla düşünen bir insan olmak için, kendi kendimizi ciddiye almak için, her yerden alınması gerekeni alıp kendi çizdiği yolda yürümesini bilen, anlamayı ve inşa etmeyi karakteri haline getirmiş kanaat önderleri yetiştirebilmek için ciddi bir ilim ve düşünce geleneğinin kurulmasına ihtiyaç var. Yaşadığımız döneme hakim olan günlük tartışmaların ve yüzeyselliklerin etkisinde kalmadan çalışmalarımızı ve çabalarımızı yürütmemiz gerekiyor.
Bugünün toplumunun elinde kalan, hedef ve gayelere ulaşabilmek için yararlanabileceği kısıtlı malzemeden biri de sivil toplum örgütleridir.
Bu teşhisleri değerlendiren ve bu gayelere matuf her vazifeyi boynunun borcu bilerek harekete geçen arkadaş çevremizle, 21 şubat 2009 tarihinde kurduğumuz derneğimizde önemli projelerden biri olarak bu birliktelikleri sağlayarak oluşturulabilecek bir kültürel çevrenin peşine düştük.
Bu gaye bağlamında üyelerimizi İslam Düşüncesi, tarihi hakkında bilgilendirmek ve onlar için günümüzün meselelerini sağlıklı bir şekilde tartışıldığı bir ortam sağlamak amacıyla başta “Akademi Seminerleri” gibi pek çok program düzenledik ve düzenlemeye, daha iyisini yapmaya, daha çok dava arkadaşımıza ulaşmaya gayret göstereceğiz.
Niçin İmam Hatip?
Şu satırlarla başlayalım; “İHL'ler, sadece din eğitimi veren okullar değildir. Bu, çok yanlış bir algılama biçimidir. İHL'ler, ‘örnek insan tipi’ nin en azından tohumlarının atıldığı okullardır: Bu okullarda, bütün zaaflarına, eksikliklerine rağmen, hem İslâm'ı, hem Batı'yı aynı anda öğrenen, tanıyan bir kuşak yetiştirilir. Tarih, kültür ve medeniyet bilinci ve sevgisi kazandırılır çocuklara.
Batı'daki bütün temel eğitim kurumları, birer İHL gibidir: Batı kültürü, düşüncesi, sanatı, ruhu, kişiliği, kimliği kazandırılır çocuklara temel eğitim kurumlarında.
Bizde ise, kültür, tarih, medeniyet bilinci verilmez; aksine yok edilir. Batı'ya karşı körleştirici bir aşağılık kompleksi armağan edilir çocuklarımıza. Böylelikle özgüveni yok edilir, ruhları, rüyaları, iddiaları, hayalleri tarumar edilir çocuklarımızın.
Bu ülke, İHL kuşağıyla en az 50 yıl kazanmıştır. İHL'ler, özü itibariyle, bu ülkenin hem geçmişi, hem de geleceğidir. Yapılması gereken şey, İHL'leri, İlahiyatları yok etmek değil, güçlü imkânlarla donatmak, eğitim kalitelerini yükseltecek adımlar atmak, önünü açmaktır. ÇÜNKÜ“.. İHL'ler, örnek bir kuşaktır. Hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, cinsel sapıklıklar, uyuşturucu İHL'lerin bilmediği şeylerdir. Üstelik, her İHL'li, bu ülke için büyük rüyalar görür. Her İHL'li, fedakârdır, cefakârdır; elini taşın altına koymaktan çekinmez.” [1]
Bir çoğumuz bu okullardan mezun olduk ve bu tespitler bizleri ferahlatıyor. Fakat bunlar yeterli değil. Bizim kendini daha iyi yetiştirmiş, daha donanımlı mezunlara ihtiyacımız var. Bugün okullarımız ve müfredatımız bu kaliteye imkan vermiyor olabilir. Fakat bizler sahip olduğumuz imkanları bu kalitenin sağlanması için seferber edebiliriz. En iyi derecede Arapça, İngilizce bilen, profesyonel şekilde bilgisayar kullanabilen, tarihiyle, felsefesiyle bütün bir İslam Düşüncesi’ne hakim olmuş mezunlar yetiştirebiliriz. Ve bu, bizim mazinin hadimlerine ve geleceğin varislerine borcumuzdur. Ödemeliyiz.
Dernek olarak bu sene başında 18 kız ve 12 erkek 10.sınıf öğrencisiyle yola çıktık. Mevlam akıbetini hayreylesin ve başarılar ihsan etsin!
Niçin İlköğretim Çocukları?
Bir diğer sorumuz ve sorunumuz da bu. Bugün ciğer paremiz olan yeni nesiller bilgisayar oyunlarının ve televizyonların tutsağı halinde yetişiyor. Onların sağlıklı kişiler olarak yetişmesi için onların bir yandan sosyal, kültürel yönden gelişimlerini sağlarken diğer taraftan onların mütedeyyin birer insan olarak yetişmelerini sağlayacak ortamlar hazırlamalıyız.
Sezai Karakoç şu tespiti yapıyor. “Örneği Peygamber olan çocuklar, despotların, tiranların ve diktatörlerin serapsı hayallerinin peşinde koşmazlar.. peygamber ve çocuk.. Bu tabloyu ortadan kırmış olan insanlık daha nice zaman azap çekecektir.”[2]
Geçen sene ve bu yıl hafta sonlarında bu gayeye matuf olarak çalışıyoruz. Selden kurtardığımız her yavru bizim için geleceğe ait bir ümittir. Kemiyetten öte keyfiyetin derdinde olmak zorundayız. Ve bu keyfiyeti daha yükseklere taşımak için daha çok çalışmak zorundayız.
Bir diğer imkan da yaz tatilleri ve yaz okulları. Bugünün velileri olarak çocuklarımızı yarış atına çevirdik ve tabiri caizse daha hızlı koşmaları için mahmuzlayıp duruyoruz, onları. Hafta sonlarını bile okula ve sınava yönelik dershaneleri tercih ettiğimiz için veya bu tercihe şartlandırıldığımız için kala kala yazın iki ayı kalıyor, çocukların ruhuna ve manevi yönüne eğilme zamanı olarak. Bu zamanlar bizim görünen tek şansımız. Bu dönemdeki verilen eğitimin –sadece bizim yaz okulumuzda değil- en kaliteli, en nitelikli ve en güzel eğitim olması için gayret etmeliyiz. Kuran’la, ahlakla ve sanatla donatmalıyız çocuklarımızı. İleride karşılaşacakları inkar, bencillik ve nankörlük fırtınalarına karşı daha sıkı giydirmeliyiz, çocuklarımızı. Hangimizin yüreği dayanır onların soğukta donmasına, ateşte yanmasına?
Ayette işaret edildiği gibi “Ey İman edenler! Kendinizi, ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz!” Koruma görevi bize ait, bizim sorumluluğumuzda. Peki nasıl? Cevabı da “üsve-i hasene” olan Rasulu Ekrem’den “ Çocuklarınızı üç şeyle eğitiniz. Peygamber sevgisiyle, Ehli beyt sevgisiyle ve Kuran tilavetiyle”.
Elimizdeki bu tavsiyelerle çocuklarımızı eğitmek zorundayız. Bu da bizim Allah’a ve Rasulullah’a borcumuz.
Mevlam bütün bu borçlarımızı hakkıyla ödemeyi ve bu kubbede hoş bir seda bırakmayı nasip etsin! Amin.
Mustafa Önsay
05.02.2010 Kütahya
[1] Yusuf Kaplan, Yeni Şafak gazetesi, 13/06/2006
[2] Sezai Karakoç, Sütun II, s.540